KUR'AN 'HAK'KINDA

Kuran Allah cc. tarafından Cebrail as aracılığıyla âlemlere rahmet peygamberimize vahiy yoluyla iletilmiş, oda yüce kelamı ashabına bildirmiş onlarda talebelerine yazdırmışlardır, bu yazdırdıkları kişilerse ehli sünnet âlimleridir ve bugün Müslüman âlemi bu yazılanlarla, kuran ve sünnetlerle yollarını aydınlatmaya İslam’ı sırtlamaya devam etmektedirler. O Kuran Allah cc. kelamıdır ve hiçbir değişikliğe uğramadan bugüne kadar gelmiştir ve korunmaktadır korunacaktır ve bizlerde buna bir nevi aracı olacak tıpkı tarihimizde yapılığı gibi bugünde geleceğe ışık tutmaya devam eden o yüce kitabı en iyi şekilde koruma yolunda olacağız. Geçmişte Müslümanlar bu konuda çok dikkatli davranmış büyük çabalar sarf etmiş ve bugünlere en iyi şekilde ulaşmasına öncülük etmişlerdir.  Örneğini şimdi tarihimizde arayalım ve nasıl bir incelikle bugüne ulaştırıldığını sizlere kısaca anlatalım.
Dünya'da bulunan en eski Kur'anı Kerim


Tarihimizde birçok hattatımız yetişmiş ve birçoğu bu sanatı büyük bir incelik ve ustalıkla sürdürmeye devam etmişlerdir, bunlar arasında hattatların kıblesi ve kutbu olarak bilinen Osmanlıda hat ekolünün kurucusu Şeyh Hamdullah,  Aklam-ı sittede çığır açmış Hafız Osman ve hattatlar arasında onun seviyesinde musikişinas, musikişinaslar içinde onun derecesinde hattat gelmemiştir sözüne mazhar olan ve hattatlar arasında büyük önem arz edilen Kadıasker Mustafa İzzet efendiyi sayabiliriz
O dönemlerde kuranı kerimi hattatlar yazar ve en güzel yazdıklarına inandıklarını satmazlar onu Peygamber efendimizin türbesine konulmak üzere Medine’ye hediye gönderirlermiş ve hatta 3. Ahmet de kendi yazdığı Kuran’la buna katkıda bulunmuştur.
O dönemde Arap harflerini kullanan matbaa makinesi olmasına rağmen bazı nedenlerden dolayı kullanılmamıştı bu nedenler arasında hattatların geçim kaynaklarının bu yönde olması ve matbaa makinelerinin kuranı hatalı çıkarabilmesi gibi nedenler vardı, öyle ki basılan kuranın anlamları dahi değişebiliyordu, hâlbuki hattatlar bu hataları bıçakla kazıyarak ya da dille silerek düzeltilebiliyordu.   -Mürekkep yalamak deyimi de buradan gelmiştir- Bu yüzden o dönem Kur’an matbaa ile basılmamış matbaa ile ilk kuranı basanlarda bundan dolayıdır ki Venedikli matbaacılar olmuştur.

Eski bir matbaa
Dışarıda basılan bu kuranı kerimler İslam dünyası ve Osmanlıya getiriliyor ve bu kuranların çoğu hatalı basılmış olduğundan ülkeye giren kuranlar toplatılıp hamam külhanlarında yakılıyordu.
Matbaa yoluyla basılan kuranların sayısı artmış ve birçok ülkede basımlara başlanmıştı, bunlar arasında Mısır, Hindistan ve Rusya’da ve İslam âleminde ilk defa kuran-ı basan şehir Kazan’da bulunmaktaydı, basılan kuranların fiyatları daha ucuz ve okunur olduğundan Osmanlı ülkesinde talep artışı olmuş Osmanlı yanlış basım kuranların önüne geçmenin en iyi yolunun Kur’an-ı kerimi kendilerinin basması olduğuna karar vermiş ve çalışmalara başlanmıştır.
Nihayet Abdülaziz devrinde Binbaşı Ali Efendi tarafından ilk Kur’an basılmış, -Matbaa- i âmirede - yukarıda ismini saymış olduğum hattatlar arasından Hafız Osman ekolünden gelen Şekerzade Mehmet Efendinin Medine’ye hediye etmiş olduğu nüsha baskıda esas alınmıştır bugünde okuduğumuz Kur’anlarda kullandığımız karakterler bu kişinin ismini taşımaktadır.
Hatasız basılan Kur’anlara talep artınca tamamen kurumsallaşmamış olan matbaalar 2. Abdülhamid zamanında özelleştirilmiş ve bunun başına geçecek matbaacı aranmaya başlanmıştır birçok kişi görevi üslenmeyi talep ettiği halde kabul edilmemiş sonunda bu göreve köklü bir hattat ailesinden gelen ve Abdülhamid’in çocukluk dostu olan Hafız Osman efendi layık görülmüştür.
Yeni kurulan bu modern matbaada titiz bir çalışma başlamış, çalışanların abdestli olmasına dikkat edilmiş ve matbaa’da basımdaki yanlışlıkları gösterme -teshih- işi Âlimlere devredilmiş bilim adamlarına ise yazıyı yayıma hazır duruma getirme  -redaksiyon- işi teslim edilmiştir.
Önceleri bu işler bu denli titizlikte yapılamıyor hatta birçok matbaacı kur ’anı basma görevi üstlenmek dahi istemiyorlardı, bunun nedeniyse toplumdan kaynaklanıyordu.
Mesela Cevdet paşanın dediği gibi harflerin üzerine çekiçle vurmak, muşkayla ezmek, mengene sıkıştırmak gibi matbaacılık işlerinin toplumda Kur’an’a karşı saygısızlık addedeceği düşüncesinden dolayı matbaacılar açısından sorun teşkil etmiş bu nedenle birçok matbaacı Kur’an’ı basmamayı tercih etmişlerdir 
İbrahim Müteferrika

Hatta ilk Türkçe matbaayı basan İbrahim müteferrika dahi devlet kademesine dilekçe yazmış, dilekçesinde tefsir, hadis, fıkıh ve kelam gibi dini eserleri yazmak istemediğini, bunun için fetva almak istediğini açıklamıştır. Nitekim basımda İtikadi sorunlar çıkabilir buda toplumu matbaa ’ya düşman edebilirdi bu yüzden İbrahim müteferrika ve birçok matbaacı dini alana girip başlarını derde sokmak istememiş dünyevi alanlarda kalmayı tercih etmişlerdir. Dini kitaplarında fetva ile yasaklanması kabul edilmemiş matbaacılar kendileri basmaktan kaçınmışlardır
Deminde söylediğim gibi Abdülhamid zamanında tüm bu sorunların yaşanmamasına dikkat edilmiş bu iş ehil kimseler tarafından ve modern teknolojik yöntemlerle yapılmıştır. Bu konuya o kadar özen gösterilmiştir ki bugün Diyanet İşleri Başkanlığı Mushafları İnceleme Kurulunun öncüsü Meclis-i Huffaz’ı –Hafızlar Meclisi-  kurdurmuş, aynı zamanda Abdülhamid kendi isteğiyle Osman efendiye açtırdığı matbaayı kurdururken matbaanın kirli suyu için ayrı bir suyolu yaptırmış, böylece Kur’an’ı Kerim’in tozunun diğer kirli sularla kanalizasyona karışmasını engellemiştir,

Ve son olarak şunu söylemeden geçmeyelim, dün olduğu gibi bugünde o zihniyeti bozuk bir takım kimselerin -Mustafa Kemal hakkında zerre miktarda bilgi sahibi olmayan ve onu her an kullanmakla meşgul olan Kemalistleri kastediyorum- iftiralarıyla Abdülhamid’in adının kızıl sultana çıkmasına neden olanlar ve Abdülhamid’in Kur’an’a bu denli önem vermesine rağmen Kur’an’ı yakmıştır -tabi hatalı olanları yakmıştır diyemeseler de-  yalanını söylemeye devam edenler bu verdiğim örneği akıllarına iyi kazısınlar -her ne kadar laiklik yalanını kendilerine yol edinseler de-sonuç olarak onlar adına üzülüyorum ki hedeflerini ancak yatsıya kadar sürdürebilmişler ve nihayet o mumun söndüğüne şahit olabilmişlerdir.


Kaynak Olarak Mustafa Armağanın ‘Abdülhamid’in Kurtlarla Dansı-2’ adlı kitabından yararlandım.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

HİTLER'İN ARDINDAKİ GÜÇ: Baron Rudolf Von Sebottendorff

NEDEN KADIN PROGRAMLAMA